2.8.08

Kıbrıs’ta bir Fransız Şair: Arthur Rimbaud


“Yeniden bulundu! Ne? Sonsuzluk.
Güneşle oynaşan denizdir o.”

Ada, kaçış demektir. Özgürlük demektir. İnziva demektir. Medeniyet’in, kalabalığın uzağında kendi ütopyanın peşine düşmek demektir. Fransız şair Arthur Rimbaud için Kıbrıs, bunların hepsini vaat eden, yeni bulunmuş bir sonsuzluktu.

Kıbrıs’ta bir taşocağı... Taşocağında bir denetleyici... Kimi zaman işçilerle birlikte ağır işin altına girmenin hazzını seven bir Fransız... Bu kişi, gençlik yıllarında Paris’teki edebiyat çevrelerini şiirleriyle büyüleyen, 17 yaşında çağının en etkileyici ve yenilikçi şiirlerini yazan Arthur Rimbaud. Yazdığı tüm şiirleri bir çırpıda yakıp Avrupa’yı bir anda terk ederek, buraya, Kıbrıs’a geldi.
Ünlü Fransız şair Paul Verlaine, "Ne şeytandı ne ulu Tanrı; Rimbaud’ydu o, yani çok büyük bir şair, (...) kimseye benzemeyen bir çocuk!" diye söz eder ondan. On altı yaşından yirmi yaşına kadar, dört senelik ürünüyle o, şiir dünyasını biçimlendirmiş bir dehaydı. “Bırakın, kara şiirlerinizden, tuhaf çiçekler patlasın ve elektrikli kelebekler uçuşsun! Görmüyor musunuz, bu cehennem çağıdır!” diyerek şiiri, aristokrasi sohbetlerinden alıp, modern hayatın tam ortasına, tüm çıplaklığıyla yerleştirdi. “Ben, ötekidir” diyen şairin hayatı, bu aforizmasını kanıtlar nitelikte; şiir ve edebiyattan, ağır işçiliğe kadar uzanan bir eksende, iki farklı ötekiyi, tek bir yaşamda birleştiren bir efsaneydi.

Başlangıç
Rimbaud, hayata her anlamda çok hızlı bir giriş yapmış olmasıyla bilinir. 20 Ekim 1854 sabahı, onun gözleri açık doğduğu söylenir. Sonrasında kabına sığmaz bir genç olarak karşımıza çıkar. Asi ve sınırlarını aşmak isteyen, bunun için çabalayan, içi kaynayan bir gençtir. Öyle ki, Rimbaud’nun rötuşlanarak kot pantolon giydirilmiş bir resmi, 1968 Mayıs’ında Paris’teki öğrenci hareketinin sembolü olmuştur. Sık sık evden kaçan Rimbaud’nun rahatsız ruh hali, onu ülkesinden kıtalarca uzaklara taşıyacaktır.
Ünlü Fransız şair Verlaine, 1871 yılında bir sabah, bir mektupla karşılaşır. Muhtemelen kendisine gönderilen milyonlarca taslaktan biridir bu. Arthur Rimbaud imzalı. Elindeki şiirlerin imgesel gücü karşısında son derece etkilenen Verlaine, Rimbaud’ya yazdığı cevaba bir de tren bileti ekleyerek onu Paris’e davet eder: “Seni bekliyoruz, seni istiyoruz.”
Fransa’da, sonradan Sembolist ve Estetik akıma yol açacak, “sanat, sanat içindir”i savunan Dekadans hareketin öncülerinden olan Verlaine, 30 yaşlarında tahmin ettiği şairin aslında 17 yaşında taşralı bir genç olduğunu gördüğünde hayrete düşer. Onu Paris’te koruması altına alır ve edebi çevrelere tanıtır. Bu sırada eşi hamile olan Verlaine ile Rimbaud arasında arkadaşlıktan öte bir ilişki başlar. Rimbaud, ünlü eseri ‘Cehennemde bir Mevsim’de bu ilişkinin güncesini tutar. Verlaine’den kendisini “kurnaz tuzaklarla oyuna getiren bir şeytan” olarak söz eder. Rimbaud, Verlaine’i terk etmeye karar verdiğinde ise usta şair, onu bir silahla kolundan yaralar ve 2 sene hapis yatar. Bunun üzerine odasına kapanıp şiirler yazar Rimbaud uzun bir süre. Bir kitabı dolduracak kadar şiiri olduğunda ise onları alıp yayıncıları dolaşmaya başlar. Ancak, büyük şair Verlaine’i içine düşürdüğü durumdan, tüm edebi çevreler onu sorumlu tutmaktadır ve Rimbaud çok acı bir şekilde, her yayıncının kapısından çevrilir. Büyük bir çöküntü yaşamaktadır. Ve bu an, onun için her şeyin bittiği an olur. Şiirlerin hepsini ateşe atar ve ülkeyi terk eder. Bir başkası olmak üzere... Yıl, 1875...

Kaçış
“Günlerim doldu: Terk ediyorum seni Avrupa. Deniz kokusu yakacak ciğerlerimi, bilinmeyen iklimlerin güneşinde kavrulacak tenim” (Cehennemde Bir Mevsim)

Yıl 1878...Afrika’da birkaç durağın ardından ayak bastığı Kıbrıs, ona sükûnetiyle kucak açar. Burada bulunduğu süre boyunca, bir taş ocağında denetleyici olarak çalışır. Bir düşünce adamı olmaktan çıkıp bir hareket adamına dönüşür adeta. Ağır işler yapmaktan haz duyar. Şiir ölmüştür, onun için. Alsa ve asla “eski” yaşamından söz etmez. Onun kim olduğunu nerden geldiğini kimse bilmez, işvereni bile. Ona geçmişi sorulduğunda “sadece saçmalık, der, bir sürü saçmalık”. Rimbaud, bambaşka bir insan oluvermiştir. Sade ve sakin yaşamaktadır.
Kıbrıs’tan ailesine yazdığı ilk mektup, onun bundan sonraki yaşamına damgasını vuracak olan o izole yalnızlık hissinin kanıtlarını taşımaktadır: “en yakın köy, bir saat yürüyüş mesafesinde. Burada dağlar, deniz ve ırmaktan başka hiçbir şey yok. Evler yok. Toprak yok, bahçe yok, ağaç yok...”. Şiir de yok...
Rimbaud’yu buraya getiren neydi? Aşktan mı kaçıyordu, şiirden mi? Macera mı arıyordu sadece? Belki... Ancak daha kapsamlı bir değerlendirme bize şunu gösterir: Rimbaud’nun yaşadığı çağ, modernleşme ivmesinin en hızlı olduğu çağdı. Sanayi devrimi ile birlikte birçok değer hızlı bir değişim göstermişti. Burjuva sınıfı, düşmanca görülüyor ve burjuvaziyi çağrıştıran her şeye karşı savaş açılıyordu. Bir şair, toplum içindeki yerini gitgide kaybediyordu. 19. yüzyılın sonlarına doğru ise burjuvazi kararlı bir şekilde güçleniyordu. Tüm bu hızlı değişimler karşısında şair ve yazarlar, sosyal idealizmlerini sorguluyor, aidiyet sorunu yaşıyor ve kaçmayı yeğliyorlardı. İşte tam da bu edebi çevre arasında, bu yıllarda doğan akım “escapism”, yani “kaçış”tır. Hızla değişen kent değerlerinin karşısında, şair ve yazarlar ya doğaya ya da el değmemiş ülkelere sığınmışlardır. Acaba, Rimbaud da bir “escapist” miydi? Yaşamını tamamen değiştirmesinin ve tek kelimeyle ‘ortadan kaybolması’nın onu bir “escapist” yaptığı şüphesiz. Kaçış denince, edebiyatta akla ilk gelen şey “ada” olur hep. Ada, kaçış demektir, medeniyetten uzak bir durak demektir. Özellikle, 19. yüzyıl ortalarında, adalara ulaşımın sadece gemilerle mümkün olduğu düşünülürse, kişisel ütopyanın en muhtemel hedeflerinden birinin bir ada olduğu kesindir. Ne var ki Rimbaud, Kıbrıs’ta muhteşem bir yaşam sürmedi. Annesine mektuplarından onun sıkıntılı ve zor günler geçirdiğini öğreniyoruz. Ancak, bunun onun ütopyası olmadığını kim söyleyebilir ki?
Ocaktaki işçilerle giriştiği bir kavga sonucu adadaki işini bırakmak zorunda kalan Rimbaud, 1880’de Kıbrıs’tan ayrılır ve Kızıl Deniz yoluyla, Avrupa’dan gitgide daha da uzaklaşarak Aden’e gider. On bir yıllık sürgünün ardından, sağ bacağındaki ağrı nedeniyle, bir gemiyle Marseille’e gelir. 37 yaşındaki Rimbaud’nun sağ bacağı kanser teşhisi ile kesilir ve altı ay sonra da yaşamı sona erer.

Son
“Hadi gidelim... Tüm pislik hatıralar yok oluyor... gün doğarken, tutuşmuş bir sabırla donanmış tavrımızla gireceğiz göz kamaştıran kentlere...” (Cehennemde Bir Mevsim)

Asi genç, yenilikçi şair, tutkulu âşık, yalnız ruh...
‘Sarhoş Gemi’ ile Paris’e gelip ‘Cehennem’de Bir Mevsim’ yaşayan ve ruhunun ‘Aydınlanma’sına kavuşan şair... Rimbaud, bugün ne bir denetleyici ne de bir işçi olarak anılıyor. O, çağına damgasını vurmuş ‘sanat, sanat içindir’ diye haykıran, sembolizme ve dekadansa yol açan Parnasizm akımının öncüsü. Bu topraklardan geçen büyük şair...


Rimbaud’nun Eserleri
Sarhoş Gemi (Le Bateau Ivre) 1871
Aydınlanma (Les Illuminations) 1874
Cehennemde Bir Mevsim (Une Saison en Enfer) 1873, ölümünden sonra basıldı

Rimbaud’dan bir şiir
Özlem
Mavi yaz akşamlarında, özgür, gezeceğim,
ayaklarımın altında nemli, serin kırlar;
Başakları devşirip, otları ezeceğim,
Yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgar;

Ne bir söz,ne düşünce, yalnız bitmeyen bir düş
Ve yüreğimde sevgi; büyük, sonsuz, umutlu,
Çekip gideceğim, çingene gibi, başıboş
Doğada, -bir kadınla birlikte gibi mutlu.


Sanatın çeşitli alanlarında Rimbaud
Rimbaud, sadece 4 yıl şiir yazmış olmasına rağmen, sadece şiir veya edebiyat alanında değil, hem sanatsal hem de sosyal birçok alanda etkili olmuştur. Sembolizm, İzlenimcilik ve Estetik hareket gibi 20. yüzyıla damgasını vuran belli başlı akımlarda onun etkileri vardır. Ünlü besteci Benjamin Britten, Rimbaud’nun ‘Les Illuminations(aydınlanma)’ adı altında toplanan şiirlerini bestelemiştir. Bob Dylan ve Jim Morrison, onu bir ilham kaynağı olarak kutsamışlardır. Ünlü şairin yaşamını konu alan ‘Paris Blues(1961)’ adlı bir film ve eseri ‘Cehennemde Bir Mevsim’ ile aynı adı taşıyan bir uyarlama mevcuttur. Paris 1968 öğrenci hareketinde, Rimbaud’nun rötuşlanarak kot pantolon giydirilmiş bir resmi, hareketin sembolü olarak literatürdeki yerini almıştır.


---Caretta Dergisi'nde ve Kibris Gazetesi'nde yayimlandi.

No comments: