(Bu öykü ‘San Lorenzo Gecesi’ filminin ayna sahnesinin değişik bir yorumu olarak da okunabilir)
Hayır, sen görmedin o filmi, sevgilim.
O filmi, yalnızca benim anlattığım kadarıyla ve benim anlattıklarımdan bilmektesin. Ama sen, o geceyi nice filmi görmüşlerden daha iyi yaşadın. Çünkü görenler arasında pek azı bu geceye, şimdi bizim yaşamakta olduğumuz geceye varabildiler; pek azı, bu odaya, böyle bir odaya girebilme cesareti gösterebildiler.
Biz, o filmdeki yaşlı kadın ve yaşlı erkek gibi, elli yıldır evli olmadıktan sonra ve ancak rastlantı sonucu bir odaya, aynı odaya düşüp gecemizi yaşamış değiliz.
Çünkü biz, yaşamayı hiçbir zaman ertelemedik.
Belki bizim, senin ve benim İthaka’ya yolculuğumuz, o Yunanlı şairin dizelerinde üstü örtülü savunduğunun aksine , o kadar zaman almadı. Oysa biliyorsun, yine o şairin bir başka şiirinin dizelerinden yelken açmıştım sana. Gürültülü Bir Kahvenin İçerdeki Odasında, gençliğinde eline sevgi adına ne fırsat geçmişse, beklemenin düzmece bilgeliği uğruna hoyratça harcayıp sonra yaşanmamış anıların ağırlığıyla gözleri kapanan o yaşlı adama benzememek için, yıllarıma meydan okuyarak sana elimi uzatmıştım.
Ama sonunda İthaka’dayız işte.Bir anlamda, belki benim de yolculuğum yıllarca sürmüştür, şairin öğüdünü tutmuşçasına; bir anlamda , dizelerde yazılı olduğu üzere, ylda kazandığım onca şeyle zenginleşmiş gibi. Gelgelelim bir noktadan sonra bizim bütün serüvenimiz, sanki o şiire bir meydan okuyuş; çünkü “İthaka’dan zenginlikler beklemeyesin...” diyen koca şaire inat, bütün zenginliklerin bu odada olduğunu, bu gecede gizlendiğini bilmekteyiz; hep biliyorduk.
Bu bilgi, mezhebimizin henüz kitaplara geçmemiş dualarında yazılıydı.
Şimdi birbirimize bunca yakın, bizi aşıyan döşeğin bir kenarından gözlerine baktığım anda, gece ayinlerinin ilk çanlarını duyuyorum.
Şimdi, şu an, yalnızca seni hissetmekle sınırlanamıyor.
Bir sarılış var, bir birliktelik, ama yalnızca bu değil.
Şimdi bende ve ta içimde, derinliklerimdesin, yalnızca şehvetin anahtarlarının hiçbir zaman açamayacağı kapılarından girmişsin, ve ben susuzluğumu seninle gidermekteyim; önce damla damla, sonra gür bir kaynağın fışkırmalarıyla.
İthaka’ya götüren denizlerin hepsi, ansızın içilebilir olmuş...
Mussolini’nin faşistleriyle antifaşistler, artık son savaşlarını veriyorlar. İtalya’nın tarlaları savaşın son yılında insanlıklarını çoktan unutmuş, umarsız canlılarla dolu. Ama San Lorenzo Köyü’nün bir evinde, iki kişilik bir yatağın, basit bir konsolun ve küçük bir duvar aynasının bulunduğu bir odada, hala umut var. Elli yıldır birbirleriyle evli olmayan –bir zamanlar birbirleriyla evli kalmış- bir kadın ve bir erkek, sabahın ilk ışıklarıyla ilk ortak günlerine gözlerini açmışlar. Belki bundan sonra birlikte kalacaklar, belki yolları –isteyerek veya istemeksizin- yine ayrılacak; belki bir daha sınırlı bir yatağın uçsuz bucaksızlığını hiç ama hiç paylaşamayacaklar; filmin akışı, bu konuda bize bir açıklık getirmiyor. Ama kesin olan bir nokta var: Elli yıldır birbirleriyle evli olmayan bu kadın ile bu adam, bundan sonra her şeylerini ortaklaşa yaşayacaklar. Çünkü sabahın ilk ışıklarıyla kalkan ve köy meydanından gelen seslerin kimlere ait olduğu –bir gece öncesinin aksine, bunların faşistelrden mi yoksa antifaşistlerden mi geldiğini artık hiç ama hiç umursamaksızın- anlamak için pencereye doğru yürüyen kadın, pencere ile yatak arasındaki duvarda asılı, sağ alt köşesi kırık aynanın önünden geçerken, evli olmadığı onca yıl boyunca ilk defa bir aynanın önünde duracak. Sağ elinin parmaklarını, yılların ve Campan bağlarındaki üzümlerin çoktan morarttığı parmaklarını belki de ilk kez sert bir biçimde değil, ama okşarcasına –bir gecelik okşama, en kökleşmiş sertliklerin geleneğine son verebilir- kaldırıp saçlarında gezdirecek; belki o güne kadar bir sabah vakti içinde bir erkeğin de bulunduğu bir odada alna düşmüş saçları kaldırmak için hiç başa götürülmemiş olan o parmaklar, tatlı bir acemilikle ilk anda yolunu bulamayacak ve aynanın yanında asılı Meryem tasvirinin yanmakta olan minik kandiline değecek. Ama kadın, evli olmadığı elli yıldan bu yana ilk kez, ocak başlarında sıçrayan kıvılcımlardan acı duyduğunda yaptığının tam tersine, parmaklarına değen sıcak kandil yağından ötürü yüzünü buruşturmayacak. Sadece, birkaç saniye için parmaklarının yolculuğuna ara verecek ve dönüp Meryem tasvirine bakacak, ellerini kavuşturmadan...
BU GECEKİ GİBİ HİÇ SEVMEDİĞİMİ DÜŞÜNMEK DUA YERİNE GEÇMELİ SAHTE TAPINAKLAR GÜN GELİP BOŞALMALI VE HERKES YENİ ZAMAN DUALARINA KULAK VEREBİLMELİ ZATEN DUA DİYE BİR ŞEY VARSA EĞER BU GECEDEN SONRA SENİNLE ÖĞRENDİM DAHA ÖNCE SAHİBİNİ ARAYAN DUALAR VARDI İÇİMDE ŞİMDİ TANRISINI BULMUŞ DUALARA DÖNÜŞTÜ
Yarı karanlıkta, konsolun çok yakınındaki aynada yüzünü görmek için bir an doğruluyorsun.
Neyi aradığını biliyorum.
Dönüp uzun uzun bana bakıyorsun.
Aynada bulamadığını benim yüzümde buluyorsun.
Yine yarı karanlıkta, bir gülümseme yayılıyor dudaklarına.
Bir zafer sevinci. En pahalı Venedik aynalarının bile yansıtamayacağı bir şey var, ancak bakışlarımızla paylaştığımızda yüzlerimizden yansıyabilen. Dudaklarımızda ise, dediğim gibi, bir zafer sevinci.
Artık hiçbir utanca yenik düşmeyecek bedenlerimiz, onca zamanın ardından yine bizden yana. Kimi zaman parmak uçlarımızla çıkartıyoruz bu bedenlerin haritasını; biz, gerçekte kim olduğumuzu bulma işini ilerde daha güzel, daha özgür olacağı söylenen bir toplumda, sözde tıpkı bize benzeyecek başkalarına bırakmıyoruz. Biz bu gece bu odaya kadar varabilmişken, yüzyıllar boyunca mezhebimize yağdırılış bütün lanetleri sonunda yerine gelebilmiş dualara çeviriyoruz. Biliyoruz ki, hiçbir kitapta yasaklanmamıştı birbirini bunca özlemiş bedenlerin bir araya gelmesi, ve o bedenlerin arasına dikilmiş çatık kaşlı tanrı tasvirlerinin hepsi de düzmece putlardı.
Şimdi dışımızdaki aynayı bütünüyle unutmuşsun; belki bize kadar gelenler, yarını olmayan gecelerin düzmece adlarla girilen otellerinde seralarda yetişme sevgilerle yetinebilirlerdi. Ama bizim bu gece aradığımız, umudun kurtlanmış bağbozumlarından arta kalanlar değil.
Biz bu gece, bu odada insanların tanımlamaktan bile korktukları, hep hasıraltı ettikleri tutkulara, peş peşe çöken günlerimiz yüzünden sığınmadık.
Hayır, biz sığınmadık.
Çünkü biz, nicedir hazırdık bu geceye.
Çünkü kimbilir kaç hüzün öncesinde yazılmış öyküleri ikimiz de çoktan okumuştuk.
Bugüne kadar kaç coşkunun yelkenlerinin insan ağzından çıkma kötülüklerle paramparça edildiğini, sen ve ben BİZ olmaya kalkışırsak eğer, daha kaç cehennem söylencesinin gerçekte hiçbir tanrıya adanmamış tapınaklarda, sevgisizliğin taşlarına kazınacağını biliyorduk.
Bu gece bu odaya girdiğimizde, ve sen artık ışığı kapatabileceğimizi söylediğinde, yüzlerimizde Zeytindağı’ndan bu yana bütün hüzünlerin haritası çiziliydi.
Belli ki bu geceye, bedenlerimiz yüzünden sonradan tövbelere sığınmayacak kadar hazırdık. Yarının insanları, değil mi ki biz bu geceyi BİZ olarak yaşayabildik, ayna diye bizlere bakacaklar; işte o zaman hep güneşten yana olanların tarihini yazanlar, bizi sürüden kovanları anımsayacaklar ve kanlı söylentilerin işkence odalarını sonrasız kapatıp, onlar da BİZ olacaklar...
BİZ KAÇ HAYATTAN SONRA BULDUK DERSİN BİRBİRİMİZİ KAÇ TÖVBENİN BOZULMUŞLUĞUDUR BU YERYÜZÜ CENNETİ ŞİMDİ SABAHIN VE AKŞAMIN IŞIKLARINDA DİZ ÇÖKMÜŞ HEP BİZİM TAPINAKLARIMIZDAYIM ÖLDÜRMEYECEKSİN DEMİŞTİ MUSA ŞİMDİ BU ODANIN ÖTE YAKASINDAKİ İNSAN DENİZLERİ HEP KANLI GÜNLER VARDIR GECEYİ BEKLEMEKLE GÜZELLEŞİR YAĞMURU HEP BEKLİYORDUK VE BANA DEĞEN DUDAKLARINDAKİ ISLAKLIK İLK YANITIYDI BUNCA YAĞMUR DUASININ VEREN HANGİ TANRIDIR BULDUK MU BANA İLK SARILDIĞINDA PARİS’Tİ DÜŞLERİMDE HELENA TROYA’YI TEK BAŞINA KURTARABİLİRDİ O ZAMAN BELKİ SÖYLENCESİZ KALACAKTIK TARİH ÖNCESİNDEN DÜN GECEYE UZANAN YOL DAHA KISALACAKTI TEN YOLCULUKLARI VARDIR BÜTÜN ÖLÜMLERİ VE UTANÇLARI YENER
Kadının duraklamış eli yolunu sürdürecek. Alnına düşmüş iki tutam saç itilecek geriye doğru, yatırılarak. Ve kadın aynaya bakıp elli uzun yılın yüzüne çizmiş olduğu haritayı aradığında, o güne kadar hiç gitmediği ülkelerin yolunu bulacak. Bir sabah yeli geceliğinin içine süzülüp, bedeninin daha yeni sürülmüş toprağına can katacak. Sonra silah sesleri duyulacak dışarıdan, odanın içinde direnen yaşama karşın. Belki ölüm, belki d kurtuluşun müjdecisi. Ama kadın hiç bilmeyecek hangisi olduğunu, çünkü artık bilmeyi istemeyecek. Sırtını pencereye dönüp odanın içine, yatağa, o yataktaki elli yıldır evli olmadığı adama bakacak. Her şeyin, o gecede olup bitmiş her şeyin belki de yalnızca o gece için geçerli olduğunu düşünecek. Aldırmayıp, adamın mavi gözlerine dalacak. Musa’nın yardığı denizin maviliği kaplayacak her yanını. Şimdi o denizin ve bu odanın dışındaki bütün insan denizşerinin kanlar içinde olduğunu düşünecek. Silah sesleri sıklaşacak. Merdivenden yukarı çıkanların ayak sesleri duyulacak. Adam da artı doğrulmuş olacak yataktan.Elini konsoldaki tabancaya uzatacak. “Neden?” diye bağıracak kadın. “Kendimizi savunmalıyız,” diye karşılık verecek adam. “Hayır!” diye haykıracak kadın, geceliğini üstünden koparırcasına çıkarırken. Odayı dolanmakta olan sabah yeli, artık hiçbir engelle karşılaşmaksızın bu bedende izlerini sürebilecek. “Hayır!” diye yineleyecek kadın. ÉBen aynanın önünden geçebildim artık! Şimdi silahla karşı koymak yok. Şimdi öldürmeye karşı yaşamın söyleyebilecek bir şeyi olmalı.” Ve anlayacak adam. Kadını elli yıllık bir gerdek özlemiyle kendine çekecek. Bu sırada da kapı belki durmadan tekmelenecek, tekmelenecek...
Film böyle bitmemiş olabilir. Dahası, böyle bitmemişti. Bu, benim sana anlattığım son.
Aslı başka türlü olabilir.
Ama ben sana başka türlü anlatamazdım.
Çünkü şimdi bedenimde soluklarını doyasıya öğütürken, filmdeki adama silah çektiremezdim.
Hafif bir aydınlık.
Sabahın ilk ışıkları ya da yoldan geçen bir araba.
Şimdi, senin yanında eski kitaplardaki ölümsüzlüğün adının yaşamamak olduğunu öğreniyorum.
Solukların yüzüme yaşamın dizelerini yazıyor.
Dünya, günah çıkartmak için kapımızı vuruyor.
Oysa bizim odamızda bir sevginin gece vardiyası başlamakta.
Artık zaman geçmez oluyor, çünkü onu birbirimize armağan ediyoruz.
Şimdiye kara uzatmalı yalnızlıkların gece bekçisiydim, diye bağırmak istiyorum.
Dün gecenin yağmurlarıyla bitti uzatmalı yalnızlıklar, diyorsun, aynanın önünden geçtik artık.
Şimdi bu döşeğin salında kulaçladığımız cennet, bilinen bütün dua kitaplarından çıkarılmalı.
Çıkarılmalı ki, insanlar yeniden birbirlerinin duası olabilsinler...
AHMET CEMAL
No comments:
Post a Comment